
İlhan Yılmazçelik
Birlik Vakfı Erzincan Şubesinin Şehir Okumaları programının bu haftaki konuğu Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Öğretim Üyesi Nizamettin Parlak’tı. “İslam Tarihinde Şehir Algısı” üzerine sunum yapan Parlak; İslam tarihinde şehirlerin yerini, hangi saiklerle şehirlerin kurulduğunu, İslam’ın şehirli olmaya ve şehirleşmeye verdiği önemi, başlıca şehir örneklerinden modellemeler ve şehir toplum ilişkilerini anlattı. Parlak sunumunun sonuç kısmında ise Erzincan ile ilgili yapılabilecekler hususunda müzakere edilmesi gereken konu başlıklarına değindi.
Şehrin, insanın hayatını düzenlemek amacıyla meydana getirilmiş önemli bir yapıolarak tarif edildiğini belirten EBYÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nizamettin Parlak, şehirlerin ortak savunma ihtiyacı, güvenlik ihtiyacı gibi iradeyle, bazen de birbirine yakın köylerin kendi imkânlarıyla büyümek suretiyle meydana gediğini ifade etti. İslâm medeniyetinde şehirden bahsederken, “Bugünkü Mekke’nin olduğu yerde, 4000 yıl önce herhangi bir köy, şehir, insan vs. söz konusu değildir. Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle Hz. İbrahim oğlu İsmail’i ve eşi Hz. Hacer validemizi oraya bıraktıktan; suya ulaşıldıktan sonra burada bir şehir oluşmuştur. Bu şehir Ümmü’l-kurâ (Şehirlerin anası, ana kent) olarak nitelendirilmiştir. Müslümanların kıblesi olduğu için kıymetlidir. Medine ise farklı özelliklere sahiptir: İslam’ın dolayısıyla Peygamber A.S.’ın formatladığı bir şehirdir. Bu formatlama şehrin isminin değiştirilmesiyle başlamıştır. Zarar vermek, karıştırmak, kötülemek, başa kakmak, bozmak gibi anlamlara gelen Yesrib adı Medinetü’lNebi, daha sonrada Medine şekline dönüştürülmüştür. Peygamber A.S. 622 yılında Medine’ye hicret etmiş, şehirleşmesi ve medenileşmesi için özel çaba sarf etmiştir. Çünkü İslam dini şehir dinidir. Bir takım ibadetlere baktığımız zaman bunlar ancak şehirde yerine getirilebilir türdendir. İbadetler, mabetler, temizlik, mahremiyet anlayışı şehirlerin, şehirlerdeki meskenlerin şekillenmesini, fiziksel yapısını, mimarisini ve sanatını etkiler ve geliştirir. Mesela namaz ibadetinin en temel şartlarından biri temizliktir. Bundan dolayı Medine başta olmak üzere, daha sonraki dönemlerde İslam şehirlerinde dikkatimizi çeken en temel yapılar hamamlardır, çeşmelerdir, tuvaletlerdir” dedi.
Dünyada Müslüman olan ilk şehrin Medine olduğunu vurgulayan Parlak, “İslam aslında Medine’yi gönülden fethetmiştir. Medine’den önce İslam tarihindeki yerini almış olan Mekke ise savaşılmadan ama ordularla fethedilmiştir. Mekke ile Medine sanki birbirinin zıt ikizleriymiş gibi durur. Mekke sert, haşin, nobran (kaba, kırıcı) bir şehir izlenimi veriyor. Medine ise daha uyumlu, daha merhametli… Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere sıfatlarında da bu izlenimi edinmek mümkündür. Nasıl Mekke’nin bir Medine’si varsa aynı şekilde her şehrinde bir Medine’si vardır ya da olmalıdır. İkizini bulan şehirlerin daha dengeli ve daha huzurlu olduğunu düşünmekteyim. Kudüs’ün, Kufe’nin, Kahire’nin Medine’si yok, ya da Medine’sini bulamamış, bu yüzden de bu şehirler tarih boyunca huzurlu olamamışlardır” diyerek, “Kurtuba’nın Medine’si Gırnata, İstanbul’un Medine’sinin ise bütün Anadolu olduğunu düşünüyorum. İslam önce Anadolu’yu, sonra İstanbul’u fethetmiştir” dedi.
“İslam şehirde doğmuş bir dindir ve İslam, şehir kültürüdür. Bu yüzden Mekke’de doğan İslam dini medeni hayatı teşvik etmiştir. Çünkü İslam’ın ilkeleri ve ibadetleri ferdi değil, toplulukla icra edilebilecek özelliklere sahiptir. Buda yerleşik olmakla mümkündür. İbadetler, mabetler, temizlik ve mahremiyet anlayışı şehirlerin, şehirdeki meskenlerin şekillenmesini, fiziksel yapısını, mimarisini ve sanatını etkiler ve geliştirir. Günümüzde şehirlerin ve meskenlerin inşasında mahremiyet meselesinin dikkate alınmalıdır. Mahremiyeti yok eden mimariye izin verilmemelidir. Mekânlar, şehirler, mimari, aidiyet duygusunu beslemelidir. Kentlerin aidiyeti kaybetme sorunu var. Bu yüzden yabancılaşma artıyor. Buda öfke üretiyor” diyen EBYÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Parlak, şehirlerin yüz yılara dayanan değişimleri olurken, Osmanlı döneminde İstanbul’un yangınlar sebebiyle, Erzincan’ın da depremler nedeniyle bir yüzyılda birkaç kez yerinin değiştiğini; Avrupa’nınise eski şehirlerinin yanına yeni şehirler inşa ettiğini, eski şehirlerini muhafaza ederek kimliğini, benliğini, aidiyetini koruyarak devam ettirdiğini, Osmanlı’nın Kabe’nin yanında Kabe’den daha yüksek bir yapı inşa etmemesini bu hassasiyettenkaynaklandığını ifade etti.
Hazreti Peygamberin 622’de Medine’ye göç ettikten sonra Müslüman olacak her kimse, nerede yaşıyor olursa olsun, Medine’ye göç etmek zorundaemriyle medeni bir toplum inşa etmek istediğini, badiyede kalarak İslam dinini emir ve yasaklarının algılanamayacağını, yaşanamayacağını, medenileşilemeyeceğini vurgulayan Prof. Dr. Nizamettin Parlak, “İslami dönemdeki şehircilik açısından ilk düzenlemeler Peygamber tarafından hicretten sonra Medine’de gerçekleştirilmiştir.Hz. Peygamber. Müslüman şehirler için cami merkezli bir şehir modeli oluşturmuştur: Kuracağı şehrin, şehir devletinin önce sınırlarını belirledi. Ardından mescit yeri, pazar yeri, mezar yeri tahsisinde bulundu. Bu yüzden İslam dünyası cami merkezli bir şehir anlayışına sahiptir. Grup kimliğinin oluşmasında mekânsal sınırların belirlenmiş olması çok önemlidir. Mekânsal sınırlarınızı belirlemişseniz, grup kimliğinizi, şehir kimliğinizi inşa etme şansınız vardır. Mekke’nin 630 yılında fethinden sonra hicret de bitmiştir. Bu yüzden de Medine İslam dünyası için bir model olmuştur. Endülüs’ten Türkistan’a kadar geniş bir coğrafyadaki İslam şehirleri, bulundukları bölgelerin tarihi, coğrafi ve kültürel miraslarını devam ettirmekle birlikte, İslam’ın getirdiği düşünce sistemi ve hayat anlayışı, şehirlerin fiziksel yapısını önemli ölçüde etkilemiştir. Müslümanların kurduğu ilk şehir Basra’ dır. İslam tarihinde şehir planlamasının ulaştığı zirve Bağdat’ın inşasıdır (MS. 762-766). Hanefi ve Hanbeli mezhepleri Bağdat’ta doğmuştur. Bu yüzden denir ki şehir kültürüne alışık insanlar Hanefi mezhebine meylederler. Şafii mezhebi müntesiplerinin daha çok kır, badiye yaşantısını seçmiş insanlar tarafından tercih edilir”dedi.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Anadolu’nun his tarihi yazılmalıdır. Birde şehirlerin gelecek tarihleri yazılmalıdır” söyleminden yola çıkarak Erzincan’la ilgili ne yapılabilirin müzakere edilmesini, birbirine yakın şehirlerin yıpratıcı rekabetinin ortadan kalkması için merkezi vilayet sistemine geçilmesi tarzındaki önerinin en azından akademik dünyada tartışmaya açılması gerektiğini de ifade eden Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nizamettin Parlak, “Erzincan’ın büyüme ve büyütme kriterleri belirlenmeli. Dijital dünyanın kılavuzu dijital ortamda dünyayla entegre edilerek oluşturulmalı ve sürekli güncellenmelidir. Bu bağlamda Erzincan için benzer bir girişim söz konusu olmalı, bunlar konuşulmalı. Erzincan’ın sözlü tarihi kayıtlara geçilmelidir. Sesli görüntülü kayıtlar yapılmalı, bunlar deşifre edilip yazıya geçirilmeli. Günümüzden 800 yıl önce Seyyah İbn-i Batuda’nın Erzincanlıların bakır işlemeciliğindeki maharetlerinden bahsettiğini, bu tarihi bağlantıdan istifade ederek yok olmaya doğru giden bakırcılığın, ekonomik açıdan geliştirilmesi sağlanmalıdır. Evliya Çelebi Osmanlı padişahlarından üç tanesini Erzincan fatihi diye zikreder: Yıldırım Beyazıt Han, Fatih Sultan Mehmet Han, Yavuz Sultan Selim Han. Şehrin bu üç sultanla irtibatlandırılarak yılın belli günlerinde ve yıl dönümlerinde Türkiye çapında ses getirecek faaliyetler yapılarak bunlara Erzincan civarında gerçekleşen Yassıçemen, Kösedağ, Otlukbeli savaşlarının yıl dönümlerinde de benzer faaliyetler eklenmelidir” diyerek Birlik Vakfı Erzincan Şubesi’ne sundukları bu imkân için teşekkür etti.